Loading....
“Mevlânâ Hâk-pâ-yı Pîr Necâtî-i Hakîr Kuhl-i çeşmdir türâbı Sen bana ol destgîr” YAZILI MUSTAFA NECATİ ELGİN'E AİT KLİŞE MÜHÜR.
MUSTAFA NECATİ ELGİN
(1907- 1977)
1907 yılında Kiğı’da doğdu. Babası Ahmet Tevfik Bey, annesi Munise Hanımdır. Erzurum’un tanınmış ailelerinden Şiroğlular’a mensuptur. Mustafa Necati, babasının ordudaki görevleri dolayısıyla öğrenimini çeşitli il ve ilçelerde tamamladı.
Babası Ahmet Tevfk Beyin Sarıkamış’ta şehit olması üzerine beş kardeşi ile birlikte bütün sorumlulukları annesi Munise Hanımın omuzlarına bindi. Büyük ağabeyinin de daha genç bir zabit adayı iken, Çanakkale’de şehit olması, Erzurum ve civarındaki Rus-Ermeni saldırıları üzerine aile Tokat’a gelip yerleşti.
1339/1923 yılında Tokat İdadisini bitirdi. Bir süre de Askerî Lisede okudu. Ayrıca Öğretmen Okulu imtihanını vererek öğretmenlik mesleğine intisap etti. İki kardeşi askerî okullarda okuyarak subay oldu. Ablaları da subaylarla evlendi Ailede tek sivil olan Mustafa Necati, 1929’da Cumhuriyet’in öğretmen ordusuna katıldı. İlk görev yeri Niksar’dır. Orada, yine bir ordu mensubu olan ve İstiklâl Savaşı’nda büyük hizmetleri bulunan Üsteğmen Osman Nuri Özbekin kızı Semiha Hanımla evlendi.
Soyadı Kanunu çıkınca Elgin soyadını aldı. Niksar’da özellikle folklor araştırmalarına ağırlık verdi. Erzurumlu Emrah ile ilgili bir inceleme hazırladı. Diğer öğretmen arkadaşları ile birlikte Niksar Halkevi dergisi ÜLKER’İ çıkardı. Dergi, ilim ve sanat çevrelerinde büyük ilgi gördü.
Evliliğinden A. Güner, Şahika ve Zuhal adlarında üç çocuğu olan M. Necati, Büyük Erzincan Depremi (26 Aralık 1939) sırasında Reşadiye’nin Bereketli köyünde idi. Depremden sonra Konya’ya nakli yapıldı. Mevlâna Müzesi yanındaki Dumlupınar İlkokulunda göreve başladı.
Aynı zamanda iyi bir hattat olan Necati Elgin, hattatlığı da Tokat’ın meşhur hattatlarından Sarı Mehmet Besim Efendiden öğrendi. Daha ziyade nesih, ta’lik ve rik’a yazılarında ihtisas sahibidir. Mevlâna’nın 440 sayfalık Fihimafh’ini Konya Müzesi’ndeki tek nüshadan kopya ederek zamanın belediye başkanı Muhlis Koner’e hediye eder.
Arapça ve Farsçayı da Turhallı büyük âlim Hacı Mustafa Efendiden okuyan Mustafa Necati, şiir ve edebiyatla da ilgilenmiştir.
Merhum, 1940 yılından vefatına kadar, Mevlâna Hazretlerinin manevi dünyasına kendisini adadı, mesleki ve ilmî yöndeki bütün çalışmalarını bu konuya tahsis etti. Öğretmenliğinden kalan boş zamanları Konya Türk Ocağı ve Konya Halkevi’ndeki çalışmalara ayırdı. Halkevi Tiyatrosunun bütün oyunlarında rol aldı. O sıralarda Halkevi Kütüphanesini yöneten Veli Sabri Uyar’la çok yakın bir dostluk kurdu. Büyük bir emek mahsulü ve sahasında tek denilebilecek bir eser olan “3. Selim-İlhâmî Divanı” adlı eserini yayımladı.
Konya Halkevi ve Anıt dergileri ile mahalli gazetelerde Konya’nın yetiştirdiği ilim adamları, sanat ve kültür hayatı ve bilhassa Hz. Mevlâna ile ilgili konularda çeşitli makaleleri çıktı.
1950’den itibaren Konya Mevlâna Müzesi’nde görevlendirildi. 22 yıl süren bu dönemde Dergâh’ta ilmî çalışmalar yapan bütün akademisyenlerin ve araştırmacıların en büyük yardımcısı oldu. Müzedeki kitaplığın tasnif ve tanzimi, Hamuşan’daki mezar taşlarının ve kitabelerin kaydı, Konya ve çevresindeki köy ve kasabalarda bulunan, çıkarılan eserlerin, değerli yazmaların müzeye kazandırılmasında büyük emeği geçti.
1972 yılında emekli olup İstanbul’a yerleşti. O yıl Tünel’de bulunan ve karakol olarak kullanılan Galata Mevlevihanesi’nin ihyası, Divan Edebiyatı Müzesi olarak yeniden kazandırılması programında bakanlık tarafından uzman olarak görevlendirildi, Mevlevîhanenin faal dönemine yakın şekilde restorasyonuna nezaret etti.
Hamuşan bölümünün Halet Efendi Kütüphanesinin, semahanenin tanziminde, Galata Mevlevihanesi’nin demirbaşında bulunan çeşitli yerlere dağılmış değerli eserlerin, Mevlevî yâdigârlarının yerlerine yerleştirilmesi ve envanterinin yapılıp sergilenmesinde yönetici olarak çalıştı. Gerek Halet Efendi Kütüphanesindeki eserlerin, gerek kabristanında yatan, mezar taşları bulunan veya kaybolmuş Mevlevî büyüklerinin tespitini ve kayda geçirilmesini sağladı.
Merhumun, Anıt dergisinin 24. sayısında yayımlanan, “Trabzonî Şeyh Ahmet Dede” başlıklı makalesi, son derece önemli bir makaledir. O bu makalesinde, Köseç Ahmet Sultan ile Trabzonî Ahmet Dede’nin aynı şahıslar olduğunu ispat eder. Ve böylece büyük bir yanlışlığı tashih etmiş olur.
Âşık Şem’î’nin kabrinin bulunmasından sonra, kemiklerini bizzat yeniden kefenleyip bugünkü kabrine koyan da odur.
O, 1972‘de emekli olarak gönlünün en derin yerine yerleştirdiği Mevlânâ’dan ve Konya’dan ayrılarak İstanbul’a yerleşir. Ancak burada da boş durmayarak Tünel’de karakol olarak kullanılan Galata Mevlevihânesi’nin yeniden Türk kültür ve sanat hayatına Divan Edebiyatı Müzesi adıyla kazandırılmasına Milli Eğitim Bakanlığı’nın uzman olarak görevlendirilmesiyle katılır. İlerleyen yaşına rağmen daima Türk kültürüne ve sanatına bir şeyler katmaya çalışan bu kıymetli insan 27 Nisan 1977’de İstanbul’da vefat etti ve Zincirlikuyu’da aile kabristanında toprağa verildi.
Divan Edebiyatı ve Mevlânâ üzerine araştırmaları ve eserleri bulunan değerli Edebiyatçı Abdulbaki GÖLPINARLI (1900-1982) onun vefatı üzerine eşi Semiha Hanıma bir mektup göndererek tarih düşürmüş.
Hû
Muhubb-i Âl-i Muhammed fakiyr-i Mevlânâ
Fedâ-yı cân ederek oldu anlara hem dem
Bediheten dedi Bâkıy heman bu târihi
Necât buldu Necâti harîm-i Hak’da bu dem (1397)
Böylesine bir değeri minnetle anıyor, ruhu şâd olsun diyoruz. (Kaynak: semazen.net)
BOYUT: 6 X 4 X 2 CM
Stock: 1